Mehmet Fatih Gerçel
Menu
  • Yazılarım
  • Hakkımda
  • İletişim
Menu

İçimizdeki Şeytan

Posted on Nisan 25, 2020Nisan 26, 2020 by Mehmet Fatih GERÇEL

Merhaba,

Sabahattin Ali’nin bu romanı, meşhur üç romanı arasında beni açık ara en çok etkileyeni oldu. Açıkçası İçimizdeki Şeytan’ın, Kürk Mantolu Madonna adlı eserden daha az konuşulup, paylaşılmasına da şaşırdım. İçimizdeki Şeytan’ın beni bu kadar etkilemesindeki asıl sebep, kendi hayatımdan pek çok iz bulmama neden olan ana karakter Ömer oldu. Bu yüzden romanda ele alınacak pek çok husus olmasına rağmen Ömer’i öne çıkararak bir inceleme yazmak istedim.

D&R

Ömer, oldukça tembel ve iradesiz bir insan. Tüm başarısızlığında ve aldığı kararları uygulamama noktasında kendi karakterindeki zayıflığı görmek yerine suçu içindeki şeytana atıyor. İnsanlar onu nereye çekerse oraya gidiyor. Kendi istedikleri çok farklı olmasına rağmen istediği şeyleri yapmaya cesaret göstermiyor. Hayır bile diyemiyor. İç dünyasında suçu şeytana attığı gibi dış dünyasında ise kendini bu şeytandan kurtaracak kişiyi sevgilisi Macide olarak görüyor. Ne olursa olsun Macide’nin kendisine sahip çıkmasını bekliyor. Yani yine kendisi bir irade gösteremiyor.

‘’Beni istenilen yere çekip götürmek ne kadar kolay? İrademi bu hususta kullanmaya hiç alışmamışım. Sonra bu unutmak… Ah, bu manasız dalgınlık! Birdenbire dünyayla alakam kesiliveriyor ve ben boşluklarda uçmaya başlıyorum. Hepsini bir düzene koymak lazım! Bunu herhalde Macide yapacak. Ona büyün zayıf taraflarımı söyleyeceğim. Hem aldatmış olmamak hem de tedavisine girmek için… Harikulade bir kız…’’

Macide ile sevgili olmaya çalışırken aslında Macide’nin, Ömer’in kendi kalbini bütün çirkinliği ile görme şansını yakalasa yüzüne bile bakmayacağını biliyor fakat buna rağmen Macide ile beraber olma isteğine engel olamıyor. Değişmeyi, para kazanmayı ve onu mutlu etmeyi umuyor. Yine yerine getiremeyeceği kararlar alıyor. Kendi tabiriyle kafasını bir çalı süpürgesiyle süpürmek ve tüm kötülükleri atıp, yalnızca iyi şeylerin kalmasını istiyor.

‘’Ben çılgınım… Ben ne halt ettiğimi bilmiyorum… Bir insanın mukaderatını kendime bağlarken bunun sonunun nereye varacağını bir an bile düşünmüyorum.’’

Ancak yukarıda söylediğim gibi Macide ile sevgili olmadan önce içindeki şeytanı öldürmek isteyen Ömer yine başarısız oluyor ve bu sefer sevgili olduktan sonra Macide’nin kendisine yardım etmesini, kötü özelliklerinden dolayı ondan soğumamasını istiyor.

Ömer’in arkadaşlarına baktığımız zaman, aslında arkadaşlarını sevmiyor ve onlarla zaman geçirmekten memnun değil fakat tembelliği onun yeni bir muhite girmesine de engel oluyor. Yine bu arkadaşlarına karşı adeta ‘uzvi bir ihtiyaç’ hissedip onlarla tekrardan buluşuyor. Hatta bu gerçeği arkadaşlarına da şu sözlerle ifade ediyor: Bizi buraya asıl bağlayan alışkanlıktır. Biz burada maksatsız yaşamayı ve boş beyinle dolaşmayı tatlı bir meşgale haline getirmek yolunu keşfetmişiz.

Memnun olmadığı bu muhit dışında gerçekten kendisini yakın hissettiği tek kişi olan iş arkadaşı Hafız Efendiyi de yine içindeki şeytana suçu atıp tehdit ediyor ve parasını alıyor.

‘’Bugün olduğum gibi olmak istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki, bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız.’’

Ömer’in yaşadığı hayatın ona belki de en büyük zararı, herkesi kendi gibi zannedip kimseye tam olarak güvenememesi. Herkesten ve hatta çok sevdiği Macide’den bile şüphe etmesi.

‘’Fakat ne yapabilirdim? Kendi ruhunun pisliğini bu kadar yakından gören bir adam başkalarının temiz olacağına inanabilir mi?’’
‘’Ben başka bir şeyler olacağım… Yalnız bu korku olmasa… Hiçbir şeyi bana tam ve iyi yaptırmayacağına emin olduğum bu şeytandan korkmasam.’’

Başına gelen olayların ardından Ömer nihayet içindeki şeytanın kendi uydurması olduğunu kabul ediyor.

‘’İçimizde şeytan yok. İçimizde acz var. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var. Biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvveltlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.’’

Ömer, kendine şu soruyu soruyor: Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı?

Son kez yine değişmeye karar veriyor fakat bunu gerçekleştirebileceğine tam inanmadığı için bu sefer Macide’den ayrılıyor. Ömer artık yapabileceğine kendi bile inanmıyor.

‘’Tamamıyla değişeceğim muhakkak… Fakat ne zaman? Senelerce süren bir mücadeleden sonra mı? Yoksa hiç muvaffak olamayarak bu manasız varlığı taşımakta devam mı edeceğim?’’

Ömer gibi bir çoğumuz molozdan yeni bir ben oluşturmaya çalışırız fakat bunun zorluğu insanı hep yıldırır. Kendi güçsüzlüğümüzün suçunu başka insanlara atmaya veya içimizdeki bir şeytana atmaya onu suçlamaya çalışırız. Değişmeyi başaramadıkça ise sürekli başa dönmenin verdiği acı ve öfke ile iç sesimizi susturmaya yarayacak kaçış noktaları ararız. Bu kaçışlar bizi oyalasa bile kaybolan umutlarımıza, yıllarımıza ve kaybettiğimiz sevdiklerimize çare bulamaz.

Ömer belki daha önceden iradesini gösterip değişebilseydi Macide’yi hiç kaybetmeyecekti ama yapamadı. Kendisini ‘’ İkisinin mesuliyetini yüklenecek kadar kuvvetli hissedemedi.’’ İnsanın bu dünyaya gelişinde hep daha özel bir amaç olduğunu düşündü. Bu dünyaya yalnızca yiyip, içmek ve bir kadınla beraber olmak için gelmediğini biliyordu ama bir türlü harekete geçemiyordu. Daha Macide ile sevgili olmazken değişmeye çalıştı başaramadı, sevgiliyken uğraştı yine başaramadı ve kitabın sonunda ondan ayrılıp yeniden bir yola çıktı. 

En acısı da kitabın sonunda Ömer gerçekten başarabildi mi bunu göremiyoruz. Kitabın sonunda Macide’yi kaybetmek uğruna yeni bir yola çıksa ve değişebildiğini görsem kitabın sonu beni bu derece mutsuz etmezdi fakat hem sevdiği kadını kaybedip hem de sonu meçhul bir yola çıkmış olması bana çok acı verici geldi. Kendimde Ömer’in mücadelesinden parçalar bulduğum için mutlu bir sona ihtiyacım vardı sanıyorum. Çünkü Dostoyevski’nin dediği gibi ben de gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.

Sanırım en güzeli yazıya Guillaume Apollinaire’nin, Mirabeau Köprüsü şiirinden küçük bir alıntıyla son vermek olacak.

Günler geçiyor günler haftalar yaman

Ve dönmüyor geri

Ne çıkıp giden aşklar ne geçen zaman

Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından

Çalsana saat insene ey gece

Günler geçiyor bense hep aynı yerde

Hoşça kalın.

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Site İçi Arama

Kategoriler

  • Belgesel
  • Film
  • Gezi Yazısı
  • Kitap
  • Müzik

Son Yazılar

  • Akra’da Bulunan El Yazması
  • Fahrenheit 451
  • Cesur Yeni Dünya
  • Elveda Güzel Vatanım
  • Arş’ın Gölgesindeki Genç

E-Bülten Aboneliği

Yeni Makalelerden Haberdar Olmak İçin E-Bültenimize Abone Olabilirsiniz

Kayıt Olduğunuz İçin Teşekkürler

Bu e-mail adresi zaten kayıtlı

blog sözlük

© 2021 Mehmet Fatih Gerçel | Powered by Minimalist Blog WordPress Theme